Cumhuriyetin sessiz tanıkları: Ankara'nın modern binaları
Merhaba modern mimari meraklıları, ben Deniz. Çocukluğumdan beri hayalim olan mimarlık mesleğine ilk adımımı 2016 yılında Bilkent Üniversitesinde mimarlık bölümünü kazanarak attım. Büyük şehirlerin dar sokaklarında kaybolmayı oldum olası sevmişimdir. Bazen binaların önünde durup saatlerce sanat eseri izlermişçesine incelerdim. Acaba kim burayı dizayn etti, kimler yaşadı, dili olsa anlatacak ne çok hikayesi vardır diye düşünürdüm. Okulda aldığım eğitim sayesinde artık binaların dilini daha iyi anlamaya başladım, tabii bu da benim küçük eğlencemi bir nevi araştırma sürecine dönüştürdü.
Ankara'ya yerleşmeden önce Antalya’da yaşıyordum. İlk geldiğimde Ankara benim için biraz iç karartıcıydı. Hani gri şehir diye adlandırılır ya, ben de ilk başlarda sadece o griliği görüyordum ama kentin mimari tarihini öğrenmeye başladıkça grinin yerini farklı renkler aldı. İlk yıllarımda şehrin içine inmeyi pek sevmezken, artık bulduğum her fırsatta daha önce görmediğim bir mahalleye gidip arada derede saklanmış modern mimari yapıtları sanki hazine arayan bir defineci gibi arar oldum. Ankara artık benim için keşfedilmesi gereken bir yer halini aldı.
Ankara mimari zenginliğini Hititlerden Romalılara kadar birçok medeniyete ev sahipliği yapmasına borçlu. Şehrin mimari alanda en önemli dönüm noktası ise yeni kurulan cumhuriyetin yeni başkenti olmasaydı. Her ne kadar 4000 yılı aşan bir yerleşim yeri olsa da bir başkentin gereksinimlerini karşılayacak kadar bina yoktu. Aslında Bu durum modernleşen Türk halkına yakışacak yeni, modern şehir inşa etmek için bir fırsat olmuş oldu.
Modern cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllarda çağdaş anlamda eğitim almış mimar sayısı çok azdı. O yüzden yurt dışından, özellikle Nazi Almanya'sından kaçan Alman ve Avusturyalılar başta olmak üzere 40 tane mimar ve şehir planlamacısı ülkeye getirildi. Bugün Ankara'yla bağdaştırıp sembolleşen III. Meclis Binası, Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi, Sümerbank Genel Müdürlüğü gibi yapılar yabancı mimarlar tarafından tasarlanmıştır.
1940’ların başında Türk mimarlar yabancı mimarlara tepki olarak modern mimari ve geleneksel Türk mimarisinin harmanı olan II. Ulusal Mimarlık Akımı ortaya çıkartmıştır. Bu akımın Ankara’daki en sevdiğim örnekleri ise Emin Onat ile Orhan Arda'nın tasarladığı Anıtkabir ve Şevki Balmumcu’nun tasarladığı Ankara Opera Sahnesi’dir.
1950’lerde, II. Dünya Savaşının bitmesiyle ülke refaha kavuştu. Bu dönemden sonra Türk mimarlar dünyada olup biteni dikkatle izleyerek globalleşen stillere ayak uydurmaya başladı Turgut Cansever, Ertur Yener, Sedat Hakkı Eldem gibi birçok isim Ağa Han Mimarlık ödüllü başta olmak üzere dünya çapında ödüller alarak Türk mimarların tanınırlığını artırdı.
Ankara erken cumhuriyet döneminde çıkan çeşitli akımların en güzel mimari örneklerini barındırıyor. Maalesef Ankaralılar bu modern mirasların farkında değil. Bu miraslar cumhuriyetimizin sessiz tanıkları. Ben de size bloğumda her gün önünden geçtiğiniz ama fark etmediğiniz bu binalara tekrar dönüp bakmanızı istiyorum. Unutmayın, bakmak görmek değildir, bazen anlamakta gerekir.
Ankara'ya yerleşmeden önce Antalya’da yaşıyordum. İlk geldiğimde Ankara benim için biraz iç karartıcıydı. Hani gri şehir diye adlandırılır ya, ben de ilk başlarda sadece o griliği görüyordum ama kentin mimari tarihini öğrenmeye başladıkça grinin yerini farklı renkler aldı. İlk yıllarımda şehrin içine inmeyi pek sevmezken, artık bulduğum her fırsatta daha önce görmediğim bir mahalleye gidip arada derede saklanmış modern mimari yapıtları sanki hazine arayan bir defineci gibi arar oldum. Ankara artık benim için keşfedilmesi gereken bir yer halini aldı.
Ankara mimari zenginliğini Hititlerden Romalılara kadar birçok medeniyete ev sahipliği yapmasına borçlu. Şehrin mimari alanda en önemli dönüm noktası ise yeni kurulan cumhuriyetin yeni başkenti olmasaydı. Her ne kadar 4000 yılı aşan bir yerleşim yeri olsa da bir başkentin gereksinimlerini karşılayacak kadar bina yoktu. Aslında Bu durum modernleşen Türk halkına yakışacak yeni, modern şehir inşa etmek için bir fırsat olmuş oldu.
Modern cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllarda çağdaş anlamda eğitim almış mimar sayısı çok azdı. O yüzden yurt dışından, özellikle Nazi Almanya'sından kaçan Alman ve Avusturyalılar başta olmak üzere 40 tane mimar ve şehir planlamacısı ülkeye getirildi. Bugün Ankara'yla bağdaştırıp sembolleşen III. Meclis Binası, Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi, Sümerbank Genel Müdürlüğü gibi yapılar yabancı mimarlar tarafından tasarlanmıştır.
1940’ların başında Türk mimarlar yabancı mimarlara tepki olarak modern mimari ve geleneksel Türk mimarisinin harmanı olan II. Ulusal Mimarlık Akımı ortaya çıkartmıştır. Bu akımın Ankara’daki en sevdiğim örnekleri ise Emin Onat ile Orhan Arda'nın tasarladığı Anıtkabir ve Şevki Balmumcu’nun tasarladığı Ankara Opera Sahnesi’dir.
1950’lerde, II. Dünya Savaşının bitmesiyle ülke refaha kavuştu. Bu dönemden sonra Türk mimarlar dünyada olup biteni dikkatle izleyerek globalleşen stillere ayak uydurmaya başladı Turgut Cansever, Ertur Yener, Sedat Hakkı Eldem gibi birçok isim Ağa Han Mimarlık ödüllü başta olmak üzere dünya çapında ödüller alarak Türk mimarların tanınırlığını artırdı.
Ankara erken cumhuriyet döneminde çıkan çeşitli akımların en güzel mimari örneklerini barındırıyor. Maalesef Ankaralılar bu modern mirasların farkında değil. Bu miraslar cumhuriyetimizin sessiz tanıkları. Ben de size bloğumda her gün önünden geçtiğiniz ama fark etmediğiniz bu binalara tekrar dönüp bakmanızı istiyorum. Unutmayın, bakmak görmek değildir, bazen anlamakta gerekir.